Vaat Edilmiş Topraklar ve Kuran-ı Kerim’in Buyrukları ve Yeryüzünün Varisleri..-1
Bolu Karakaya’da bir otelde çıkan yangında, hayatını kaybedenlere Allahtan rahmet yaralılara da acil şifalar dilerken böyle bir yerde önlemler konusuna girmeyeceğim..
Gelelim asıl konu ve yazımın içeriğine..
Bu yazdığım genel olarak toplayabildiklerim ve yeryüzünün gerçek varislerinin Türkler olduğudur..
Vaat Edilmiş Topraklar (Arz-ı Mev’ud), Tanrı’nın Hz. İbrahim’e ve onun soyundan gelenlere verdiğine inanılan topraklardır.
Arz-ı Mev’ud inancı aynı zamanda Yahudi halkı için bir vatan ve modern dönemde kuruluş ve kurtuluş kavramlarını çağrıştırmasıyla Siyonizm’in temelinde yatan inançtır.
Tevrat’ın ilk kitabı Tekvin’de bu toprakların bağışlanması birkaç bölümde geçmektedir.
“Seninle yaptığım antlaşma şudur” dedi, “Birçok ulusun babası olacaksın.
Bir yabancı olarak yaşadığın toprakları, bütün Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim.
Onların Tanrısı olacağım (Yaratılış, 17:7-8).”
“O gün Rab Avram’la antlaşma yaparak ona şöyle dedi:
“Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan bu toprakları –Ken, Keniz, Kadmon, Hitit, Periz, Refa, Amor, Kenan, Girgaş ve Yevus topraklarını– senin soyuna vereceğim
(Yaratılış, 15:18-21).”
Vaadin aslına bakıldığında bunun bir vaatten ziyade bir anlaşma olduğu görülmektedir.
Nitekim vaat edilmiş topraklarla ilgili Tevrat’ta geçen ve yukarıda sadece ikisi verilen pasajların çoğunda bir anlaşmadan söz edilmektedir.
Kaldı ki bu sadece Yahudilerin Rabbinin kendilerine verdiği bir vaat değildir.
Bugün Ortadoğu olarak bilinen bölgede ortaya çıkan kutsal metinler, o bölgede yaşayan bütün halkların kendi tanrılarından benzer vaatler aldığını göstermektedir.
Hititlerde, Mezopotamya uygarlıklarında ve eski Mısır metinlerinde vaat edilmiş topraklar anlatısı bulunmaktadır.
Bunun bir örneği çok uzakta bulunmamaktadır.
Bir kısmı bugün Sultanahmet’teki meydanda bulunan dikilitaş, III. Tutmozis tarafından M.Ö. 1480 ile 1475 yılları arasında Mısır’daki Karnak’ta dikilmiştir.
Dikilme amacı kralın Gazze, Mekkido, Kade ve Fırat üzerindeki Karkamış’a kadar gittiği yol üzerinde kazanmış olduğu zaferleri yad etmektir.
Yani fethedilen yerleri anmak için dikilmiştir.
Bu dikilitaşın üzerinde şöyle bir ibare bulunmaktadır:
“Buyruğumla, arzı enine boyuna sana tahsis ediyorum.
Ben geldim ve Batı’nın toprağını sana çiğneme hakkı veriyorum.
” Yine Babil’in Yaradılış tabletlerinde Marduk’un, bölgeyi Ahd’e imza atarak Babil’i ve Babil Tapınağını inşa etme işini alanlara verdiği görülmektedir.
Hititlerin Tanrıçası Arinna için okunan dualarda “Ülkenin sınırlarını yalnızca Sen belirlersin Sen!” denmektedir.
Görüldüğü üzere bu vaat bir ahitle birlikte gelmektedir ki sadece İbrani halkıyla sınırlı değildir.
Arz-ı Mevud’un İsrailoğullarına hangi şartlarda verildiği pek çok açıdan önemli bir konudur.
Çünkü Tevrat’a başvurduğumuzda bu toprakların İsrailoğullarına kayıtsız şartsız verilmediği görülmektedir.
İbrahim’e vahyedildiği gibi, Allah’ın yolundan sapmamak, adil ve erdemli olmak koşuluyla İsrailoğulları orada yaşamaya hak kazanabilirler.
Nitekim Sina Antlaşması ile Yahudilerin Kenan topraklarını ele geçirmek ve orada yaşamaya hak kazanmak için yapmaları gereken dini hükümler beyan edilmiş ve bu koşullar Musa nesli tarafından da kabul görmüştür:
“Halk tek bir ağızdan cevap verdi ve şöyle dedi:
‘Tanrı’nın söylediği her şeyi yapacağız!’ dediler…(Çıkış, 19:8)”
Yahudilikte kolektif birliğin durumu ve önemi dikkate alındığında, eski çağlarda atalarının ettiği yeminden bugün de dâhil olmak üzere tüm Yahudiler sorumludur.
Tek şart Yahudilerin seçilmiş halk olarak kutsallıklarını korumaları ve bu ilahi hükümleri kusursuz bir şekilde yerine getirmeleridir.
Dolayısıyla İsrailoğulları vaat edilen toprakları hak etmelidir.
Ancak bunu yaparlarsa toprakların tek sahibi olacaklardır ve üstelik bu durum sadeceo topraklara sahip olmak için değil, orada yaşamaya devam etmek için de geçerlidir.
Aynı şekilde Yahudilerin şeriatı terk ettiklerinde o topraklardan kovuldukları da kutsal metinlerdeki rivayetlerden anlaşılmaktadır.
Vaadin kökenine getirilen İslami yorum da bu anlayışı desteklemektedir.
İslam ilahiyatına göre İsrailoğulları’nın İslam’a uydukları zaman en hayırlı ümmet oldukları, Müslüman topluluk olarak Kutsal Toprakları özgürleştirmeleri için kendilerine bu topraklara girmeleri emredildiği lakin bu toprakların bir ırka ayrılmış topraklardan ziyade her zaman Allah’ın her şeyini O’na teslim eden kullarına tahsis edilen topraklar olduğu görülmektedir.
Yapılan vaadin köklerinde, bu vaadin göçebe hayatı yaşayan ve meskûn bölgelerden birine yerleşme hasreti çeken konargöçer gruplara yönelik bir vaat olduğu görülmektedir.
Bu şekliyle söz konusu vaat, çok sayıda değişik kabile gruplarının dinî ve efsaneye dayalı mirasını oluşturabilmiştir.
Ayrıca bu vaat, bir bölgenin veya bütün bir ülkenin siyasî veya askerî fethini değil, sadece sınırlı bir araziye yerleşme gayesini güdüyordu.
Daha sonraları, yerleşmiş göçebe klânlar diğer kabilelerle “İsrail halkı”nı oluşturmak üzere bir araya geldikleri zaman, eski vaatler yeni bir boyut kazanmıştır.
Toprağa yerleşme ulaşılmış olan bir hedefti ve vaat, bundan böyle siyasî, askerî ve “millî” bir anlayışa bürünüyordu.
Bu şekilde yeniden yorumlanan vaat, Filistin’in kesin fethinin ön belirtisi ve Hz. Davud’un imparatorluğunun müjdelenmesi ve meşrulaştırılması olarak anlaşılmıştır.
Vaat edilen topraklar efsanesi özellikle ana amacı, belirlenmiş bir toprakta Yahudilerin fiziki birlikteliğini sağlamak ve bağımsız, ulusal bir Yahudi devleti kurmak olan Siyonizm ile birlikte abartılarak yeniden gündeme getirilmiştir.
Arjantin, Kıbrıs, Uganda, Azerbaycan ve Filistin gibi birçok ülke önerilmesine rağmen Filistin tek seçenek olarak ön plana çıkmıştır.
İdeoloji, kendini 19. yüzyılda Yahudi halkı ile toprakları arasındaki sürgün boyunca kopmayan bağa yaslamıştır.
Yükselişini 19. yüzyılın liberal ve milliyetçi akımlarını felsefesinde sağlanan uygun koşullarla harmanlayarak gerçekleştirmiştir.
Bu nihai karar doğrultusunda Arz-ı Mevud, Siyonistler tarafından daha önce yapılmadığı şekilde siyasallaştırılmış, millileştirilmiş ve Yahudi varlığının temeline oturtulmuştur.
Öyle ki Siyonist ve milliyetçi Yahudi tarihçiler, günümüz İbrani halkı ile vaat edilmiş topraklar arasında süregelen bir tarih yazmışlardır.
Tanah anlatılarını esas alan tarihçiler, İsrailoğullarının Filistin’de yaşadıkları tarihlere ve tarihi olaylara dikkat çekerek Yahudi varlığını vaat edilmiş topraklara bağımlı hale getirmişlerdir.
Böylece Siyonistler, vaat edilen topraklara olan inançla birlikte ulus-devlet fikrini içselleştirmişlerdir.
Siyonist devrimi meşrulaştırmak ve gerekliliğini kanıtlamak için tarihe başvurulmuştur çünkü vaat edilen toprakların ana hatlarını çizmek ancak böyle mümkün olmuştur.
Bunun izlerini Dünya Siyonist Örgütü’nün beyanlarında bulmak mümkündür:
“Bu topraklar Yahudilerin tarihi evidir…”
İster dindar ister laik olsun, tüm Siyonistler konuşmalarında Filistin’in atalarının yaşadığı kutsal toprak olduğunu, bu toprakların kendilerine sonsuza dek Allah tarafından verildiğini ve bu toprakların kendilerine verilmesi gerektiğini beyan ederler:
“Bu topraklar bize vaat edildi.
Bunda hakkımız var.”
Ayrıca Siyonistlere göre ilk Siyonist, İsrail’e ilk göç eden kişi olduğu için İbrahim’di.
Siyonistler, Yahudilere ataları İbrahim gibi Filistin’e göç etmeleri ve bulundukları yerleri terk etmeleri gerektiğini söylediler.
Başta kurucusu Herzl olmak üzere pek çok Siyonist’in Musa’yı taklit ettiği görülmektedir:
“Halkımızın geleneksel iç acısını dindirmek için bir jest yapıyorum.
Onları arabalarla Arz-ı Mev’ud’a götüreceğim.
Bunu bir fantezi olarak görmeyin…” Yahudi köktendinci grupların temellerini atan Haham Abraham I. H. Kook, Yahudilerin Avrupa’yı derhal terk etmeleri gerektiğini, aksi takdirde yok olacaklarını ileri sürmüştür.
Vaat edilmiş topraklar olgusunu milliyetçi bir temele oturtan Kook, Tanrı’nın kendilerine sonsuza kadar verdiği bu kutsal topraklara dönememelerinin “toprakların adını kirletmek” olduğuna inanıyordu.
Ona göre Yahudiler, toplu olarak Filistin’e dönmeleri halinde ulusal dirilişlerini gerçekleştirebileceklerdir.
Dolayısıyla tüm bu açıklamalar ve çabalar, Siyonistlerin sürgünü bitirmek ve Yahudileri Filistin’e göç ettirmek için çalıştıklarını göstermektedir.
Tekvin’de geçen Hz. İbrahim ve soyuna verilmiş topraklar anlatısı Siyonizm’in doğuşundan önce Tanrı’nın Yahudi ırkına kesin bir vaadi olarak anlaşılmamış ve belli şartlar gerçekleştirildiğinde yerine getirileceğine inanılmıştır.
İsrail’in kökenlerine dair kutsal kitabın içine sonradan eklenmiş birçok metin sözlü gelenek içinde abartılmış hikâyeleri, efsaneleri, şiirleri ve masalları içermesine rağmen herhangi bir şart olmaksızın
Tanrı’nın kendilerine hediye ettiği vatan anlayışı Yahudi inancına ancak Siyonist fikirlerle girmiştir.
Tevrat’ı tefsir eden din adamlarının çoğu, İsrail bölgeyi işgal ettikten sonra bu işgali meşrulaştırmak için Yahudilerin ilk peygamberi Hz. İbrahim’e yapılan bu vaadi ele alıp kullanmaktadırlar.
Siyonizm, ürettiği modern mitlerden yola çıkarak Yahudiliğin ve Yahudilerin devamlılığı ilkesini toprak olgusuna bağlamış, tüm Yahudileri Filistin’e göç etmeye teşvik etmiş ve Tevrat’ın emirlerini ikinci plana atmıştır.
Vaat edilen topraklara dönüş konusunda dini yasakları görmezden gelen dindar Siyonistler, Mesih döneminde olduklarını ve yasakların ihlal edilmesi gerektiğini vurgulamışlardır.
Yüzyıllar sonra ortaya çıkan efsanelerle on binlerce Yahudi, tüm dini hükümlere aykırı olarak Filistin’e göç ettirilmiştir.
Yerleşimci sömürgecilik olarak tanımlanan Siyonizm, Filistin’de Filistinlilere yer olmadığını ileri sürerek toprak işgali, terör saldırıları, zorunlu sürgün ve yoksullaştırma yoluyla yerli halkları ortadan kaldırmak istemektedir.
Uluslararası toplumun da kabul ettiği tarihsel gerçek, Filistin’in yavaş yavaş Filistinlilerden çalındığı ve çalınan toprakların Yahudileştirildiğidir.
Sonuç olarak Siyonizm, yarattığı modern mitler ve yeniden uydurduğu vaat edilen toprak ideolojisi ile en büyük amacına İsrail devletini kurarak ulaşmıştır.
Bugün önlerinde Filistin engeli bulunmaktadır ki Gazze’yi Müslüman dünyası için önemli kılan en temel mesele onun bu engeli teşkil etmesidir.
VE KURANI KERİME BAKALLLIM NE BUYURMUŞ YÜCE KİTABIMIZ..
Lanetli kavim, arz-ı mukaddes ve yeryüzünün varisleri İsrail oğulları, tarihten bu yana haddi aşan bir kavim olmuştur.
Allah’a ve Hz. Musa’ya karşı sözlerinde durmamış, nankörlük yaparak yoldan çıkmışlar ve gönderilen peygamberlerini öldürdüklerinden lanetlenmişlerdir.
Kur’an’ı Kerimde, Maide Suresi 78. Ayet-i Kerimede Cenab-ı Allah,” İsrail oğullarından kafir olanlar, Davut ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlenmişlerdir.
Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır.” buyurmaktadır.
Bazı tefsirlerde bu ayet-i kerime ile ilgili özetle;
” Hz. Davut ile Hz. İsa arasında bin yıldan fazla bir zaman diliminin olduğu, İsrail Oğullarının Allah’a isyan etmeleri, haddi aşmaları, Allah’ın emir ve yasaklarına uymamaları, peygamberlerini öldürmeleri sebebiyle, kafir olanlarının lanetlendikleri ifade edilmektedir.
Demek ki, İsrailoğulları’nın bu aşırılkları Hz. Davut’ dan, Hz. İsa’ya kadar bir süreklilik arzetmiştir.”
Maalesef aynı aşırılıklarını günümüzde de, Müslüman Filistin halkına karşı uygulamaktadırlar.
Yıllardır, Filistin’e devlet terörü uygulayan İsrail’in haksız baskılarına dayanamayan Hamas, barış sürecinin kilitlendiğini varsayarak, İsrail’in baskılarına dur demek için, 7 Ekim’de bir saldırı
gerçekleştirdiğini biliyoruz.
İsrail’de, insani değerleri hiç önemsemeden, savaş hukukuna aykırı olarak, gözü dönmüş bir şekilde, vahşice kadın, çocuk, yaşlı ve sivilleri öldürmüş, hastane, cami, kilise, fırın, pazar yeri gibi yoğun olarak yaşanılan yerleri bombalamaya devam etmektedir.
Meşru şekilde, saldırı yapanlara karşı bir harekât yapsa anlarız.
Ama görüldüğü üzere İsrail Oğullarının bu aşırılıkları, dünyanın nefretini kazandığı gibi, neden lanetli bir kavim olduğunun imbatıdır.
Kuran‘ da geçen kutsal topraklar (arz-ı mevud) vaad edilmiş topraklar) İsrailoğullarının hakkı mıdır?
YAHUDİ; Sözlükte tövbe edenler, doğru yolda yürüyenler demektir.
Ancak günümüzde seçkin seçilmiş kutsal ırk demektir
YUHADA; Hz. Yakup’un on iki evladının en büyüğünün, ismidir veya Araplaşarak Yahut olarak kalmıştır.
Zamanla tüm İsrailoğulları’nın ismi olarak kalmıştır.
Kuran da Yahudiler hakkında 712 adet ayet var.
ARZ-I MEV’ÛD: Allah’ın Hz. İbrahim’e ve onun soyundan gelenlere şartlı verilmiş sözdür.
Kitabı-ı Mukaddes’te Hz. İbrahim’e yapılan vaad de, “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar olan bölge” Hz. Musa ve Yeşu’a yapılan vaad de, “Ayak tabanınızın basacağı her yer sizin olacak” denilmiştir.
Arz-ı mevdudun sınırları Ahd-i Atik’te daha ayrıntılı olarak şu şekilde verilmektedir:
Batı sınırı: “Büyük deniz ve onun kıyısı olacaktır.” Garp deniz’de denilen bu deniz Akdeniz’dir.
Büyük ırmak, Fırat ırmağı” ola¬rak da gösterildiği halde Sayılar, 34 / 10-12’de Rab (Allah) tarafından Hz. Müsâ’ya çizilen doğu sınırı Taberi ye ve Lut göllerinin doğu tarafındaki bölgeyle sınırlı kalmaktadır.
Doğu sınırının Fırat’a kadar uzatılması ideal ölçülere göredir Fakat bu vaat, Yahudi tarihinde hiç gerçekleşmemiştir.
İsrailoğullarının tarihinin en parlak dönemi Hz. Süleyman devri olmasına rağmen, Hz. Süleyman’ın “Irmaktan Filistin diyarına ve Mısır sınırına kadar bütün ülkeler üzerinde saltanat sürdüğü” belirtilmesine rağmen krallığın doğu sınırına asla Fırat’a varmamıştır.
Ve vaad edildiği iddia edilen kutsal toprakları işgal etmemiştir.
Nedeni ise İsrâiloğulları, Yüce Allah’ verdikleri sözü hiçbir zaman yerine getirmemişlerdir.
Daha evvel onların zürriyetlerine ebedî mülk ve miras olarak verilmiştir ancak bu hiçbir şarta bağlı olmayan, mutlak bir vaad değildir.
Şartlı bir vaattir.
Arz-ı mev’ûda sahip olmanın, orayı ebedî mülk ve miras olarak almanın şartla¬rı, Rab Allah (Yahova) ile İsrailoğulları arasında Arz-ı mev’ûd Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Ya’küb ve Hz. Musa’ya ve değişik dönemlerde yapılan Ahid’lerle tesbit edilmiştir.
Ancak İsrâiloğulları Hz. İsmail’ bu listeden çıkarmışlardır.
Yani bu vaade göre Arap soyu da olması gerekirken, Yahudiler bu vaadi kendilerine mahsus olduğunu iddia etmektedirler.
Bu vaatte, Ahidlere riayet etmeleri şartıyla vaade hak kazanacaklar, aksi takdirde bundan mahrum kalacaklardı.
Yüce Allah, Hz. Musa ile de bir Ahid yapmıştır.
“Bunun için İsrâiloğullan’na söyle.
Ben Rabbim.
Sizi Mısırlıların yükleri altından çıkaracağım, sizi kendim için bir kavim olarak alacağım ve size Allah(Rab) olacağım…
Ve İbrahim’e, İshak’a Ya’küb’a vermek için yemin ettiğim diyara sizi getireceğim ve onu size miras olarak vereceğim.”
Hz. Musa vasıtasıyla Rab Allah(Yahova) ile İsrâiloğulları arasında yapılan ahdin şartları ise Rabbin Hz. Musa’ya verdiği şeriatın hükümleridir.
İsrailoğulları Tevrat’ta bildirilen hükümlere riayet ettikleri sürece Rab Yahova onları kendisi için bir kavim olarak alacak ve onlara Allah olacaktır.
Hz. Musa zamanında yapılan Ahid; İsrâiloğulları’nın altın buzağıya tapmalarıyla bozulmuş daha sonra arz-ı mev’ûdun ebediyen verileceği tekrar bildirilerek ahid yenilenmiştir.
Çölde ahide tekrar hatırlatılarak arz-ı mev’ûda girilince uyulması gereken kurallar belirtilmiş fakat İsrailoğulları her defasında ahdi çiğneyip Rab(Allah)Yahova’ya isyan etmişlerdir.
Rabbin emri üzerine Hz. Musa her kabileden birer temsilciyi arz-ı mevud hakkında bilgi toplamak üzere Kenan diyarına göndermiş, kırk gün sonra dönen grup, iki kişi hariç, oraya gitmenin tehlike
olduğunu belirtmişler ve tekrar Mısır’a dönme arzularını tekrar etmişlerdir.
Bunun üzerine Rab Yahova onları mirastan mahrum edeceğini bildirmiş ve orayı onlara kırk yıl haram kılmıştır.
İsrâiloğulları’na böyle bir vaadin yapılması, onların salâhından ve yüreklerinin doğruluğundan dolayı değil, ancak oradaki milletlerin kötülüğünden ve Rabbin İbrahim’e, İsmail, İshak’a ve Ya’küb’a and ettiği sözü sabit kılması sebebiyledir.
Zira İsrâiloğulları;
Sert enseli bir kavimdir, Mısır diyarından çıktıkları günden beri Rabbe asi olmuşlardır.
Öküz kendi sahibini, eşek de efendisinin yemliğini bildiği halde, İsrail Rabbini bilmemektedir.
İsrailoğulları suçlu bir millettir, haksızlığı yüklenmiş olan kavimdir, kötülük işleyenlerin zürriyetidir.
Rabbi bırakmışlar. Ahdi bozmuşlar başka ilâhların ardında gitmişlerdir.
Rab Allah nın hoşgörüsüne rağmen her defasında ahdi bozdukları için Rab onları helak etmek istemiş, fakat bu niyetinden ertelemiş..
O kadar çok isyan etmişlerdir ki onları cezalandırmaya niyetle¬nen, fakat buna nadim olan Allah, nedamet ede ede hep vaz geçmiş.
Ahde riayet etmeyen Arz-ı Mev’ûddan mahrum kalacak ve lânetlenecektir.
Orada ebedî kalabilmek için ahde riayetin yanında daha başka şartlar da ileri sürülmüştür.”
“Yollarınızı ve işlerinizi ıslah edin, sizi bu yerde oturturum.
Yollarınızı ve işlerinizi iyice ıslah ederseniz, bir adamla komşusu arasında tam adalet ederseniz, garibi, öksüzü ve dul kadını mağdur etmezseniz, bu yerde suçsuz kanı dökmezseniz, kendi ziyanınıza olarak başka ilâhların ardınca yürümezseniz o zaman bu yerde, ezelden ebede kadar atalarınıza vermiş olduğum diyarda sizi oturturum.
Çünkü memlekette doğru adamlar oturacaklar ve kâmiller orada kalacaklardır.
Fakat kötü adamlar memleketten atılacaklar ve hainler oradan söküleceklerdir.”………………..Devam edecek…
Vesselam…
Hoşça kalın, dostça kalın, sağlıklı kalın… …
Ramazan Yazar
Emekli Teknik Öğretmen