Allah (cc), mükemmel bir şekilde yarattığı kâinatın bir parçası olan insanı,
‘’Eşrefi mahlûkat!’’ olarak yaratmış, düşünen, algılayan, değerlendiren, karar verebilen gibi
özellikleri ile akıl sahibi beni âdemi imtihana tabi tutmuştur.
Büyük bir sorumluluk üstlenen insanoğlunun, hayatın devamı ve üzerinde
yaşadığımız dünyada dengelerin korunması için konulan toplumsal kurallara uyması
önem arz etmekle birlikte, konunun üzerinde durulması ve sorgulanması da gerekmektedir.
İnsanın sorumluluklarının farkında olup, birlikte yaşama kültürü ile üstlendiği misyonun
gereğini yerine getirmesidir.
Sağlıklı bir toplumsal yapının tesis edilmesine katkı sağlayacağı gibi, her bireyi doğrudan
veya dolaylı olarak ta etkileyecektir.
Sonucunda sağlıklı ve güvenli bir çevre ile birlikte, her birey için yaşanılabilir bir alan da
sağlanmış olacaktır.
Bu, hepimizin olmazsa olmazlarından biri değil midir?
Bir an için yaşadığımız sosyal çevrede hiçbir kural ve kaidenin, düzenin olmadığını hayal edin,
ne olurdu acaba?
Bu durum sosyal yaşamı ortadan kaldırmaz mıydı?
Komşu ülkelerde yaşananlar bunun birer örneği değil midir?
Bu nedenle kurallar, bireyin yaşam alanında can ve mal güvenliğini teminat altına alan,
insanca yaşama imkânı sunan önemli değerlerdir.
Kurallara uyarak kuralsızlıklara son vermek hepimizin öncelikli görevidir diye düşünüyorum.
Toplum ve birey açısından önemli olan bu kuralları belirleyen temel kriterler genel olarak;
*Toplumsal örf ve adetlerin belirlediği çerçevedir ki, toplumda sosyal yaşamın içerisine yerleşmiş,
toplumun uyulmasını zorunlu saydığı ortak değerlerdir.
*Temel ahlaki kurallar; toplumda bireylerin kendilerine ve başkalarına karşı olan görev ve
sorumluluklarını belirleyen değerler bütünüdür.
Temel ahlaki değerler, vicdan, merhamet, sağduyu gibi önemli insani duyguları bünyesinde barındırır.
Bu değerler iyi bir geleceğin tesis edilmesi açısından önemlidir.
*İnançların belirleyici olduğu kurallar; bu da genellikle ilahi emir ve yasaklardır.
Bu kurallara uyulması ve yaptırımı tamamen manevi anlayış ve inanca bağlıdır.
*Görgü (Adab-ı Muaşeret) kuralları; toplumun aynı çevrede birlikte yaşadığı bireylerin benimsediği,
bir bireyin diğer bir bireyler ile karşılaştığında takınması gereken tavır ve davranışların çerçevesini
belirleyen kurallardır.
*Hukuki kurallar; sosyal yaşamda bireylerin biri birleri ile olan ilişkilerini veya bireyin devlet ile olan
ilişkisi gibi ilişkileri düzenleyen, kamu tarafından desteklenen, uyulması zorunlu olan, uyulmadığı
takdirde yaptırım gücü olan kurallar bütünüdür.
Hukuk kurallarını, sosyal hayatı düzenleyen diğer kurallardan ayıran en önemli özelliği yaptırım
gücü ile desteklenmiş olmasıdır.
Sonuç olarak; yukarıda anlatmaya çalıştığım sosyal hayatı birlikte ve güven içerisinde
yaşayabilmenin çerçevesini belirleyen toplumsal kurallara uyulması her bireyin temel görevidir.
Bu, toplumsal yapı içerisinde ki karmaşayı ortadan kaldıracak, bireylere güvenli ve yaşanılabilir
bir alan sağlayacaktır.
Aksi takdirde, kuralsızlık beraberinde bencilliği, saygısızlığı, ahlaksızlığı, başkalarını yok sayma
gibi asla kabul edilemeyecek ahlak dışı bir anlayışı oluşturur ki bu, toplum açısından son derece tehlikelidir.
Bunun için herkes temizliğe kapısının önünde başlayarak önce üzerine düşeni yapmalı daha sonra
başkalarının da bir şeyler yapmasını beklemelidir.
İşaret parmağınız hep başkalarını gösterirken diğer üç parmağınızın hep sizi gösterdiğini asla unutmayınız.
Dedikten sonra insanlığımıza dönelim nasıl aldatıldığımıza, yalanlara kanmamızı ve zayıf yönlerimizi
görmeye çalışalım;
Yalan sürekli tekrar edilir ise toplum yalanı gerçek sanar.
Yalan propaganda yoluyla “Öğrenilmiş Çaresizlik Sendromu”
yaratmak da mümkündür.
*Öğrenilmiş çaresizlik yaratmak.
Güçlü bir toplumu “öğrenilmiş çaresizlik metodunu” kullanarak, güçsüz olduğuna inandırmak mümkündür.
Genellikle sömürgeci ülkeler bu metodu kullanır.
Sömürge halkları, efendilerinin yüceliğine inandırılır.
Örnek olarak Hindistan verilebilir.
Nitekim Hindistan’ın ünlü lideri Mahatma Gandi; “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar, onları
yenilmez tanrı sanıyordum” diye yazıyor.
Aydınların çok dikkat etmesi gerekir.
Zira, toplumsal eleştiriler ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK yaratabilir.
Örnek AZİZ NESİN nin,
Türk Milletinin zekâ seviyesi konusundaki yorumu “öğrenilmiş çaresizlik” yaratıyordu.
Belli odaklar tarafından halen kullanılıyor.
Toplumsal eleştiri yapılırken, şu cümleye dikkat ediniz.
“Bizden adam olmaz” ve benzeri ifadelerde “öğrenilmiş çaresizlik yaratma” niyeti vardır.
Okuyucunun öncelikle, bu amaca yönelik propagandayı anlaması gerekir.
Eğer anlamaz ve tasdik eder ise “öğrenilmiş çaresizlik” yaratmayı amaç edinmiş odaklara alet olur.
*Yalana inanmak ve inandırmak.
Yalan ve yanlış sürekli tekrar edilir ise, toplum inanır.
Yalan en çok din konusunda tekrar ediliyor.
Bu nedenle, toplumlar aynı kökten gelse de maruz kaldığı yalanı gerçek sanıyor ve birbirinden ayrışıyor.
Sürekli yalanı tekrar etmek suretiyle, insanları ve toplumları birbirlerine düşman etmek mümkün.
Yalan, insanların çıkarına hitap ediyor ise kolay kabul görüyor.
Yalan ve yanlışta ısrar etme…!
Yanlış yolda hızlı gitmek yetenek değildir.
Neyi yanlış yaptığımızı bilmeden yarınları iyileştiremeyiz.
Sadece ahmaklar aynı hatayı yapmakta ısrar ederler.
Hayatınızı tek bir veya birkaç kişiye bağlamayın.
Yaptığınız yanlışlarında ısrar etmeyin, halkın tepkisini görmemezlikten gelmeyin.
İnsanlar kaderleri yüzünden değil seçimleri ve yanlış kişiler yüzünden mutsuz olurlar.
Karakterleri çıkarlarına göre şekillenen, nokta kadar çıkarı için virgül gibi eğilen
dalkavukları yanınızdan temizleyin.
Bazı şeyleri bir çırpıda silemezseniz çırpınarak silersiniz ve bu da sizi yıpratır.
Gözyaşlarınızı silmeniz yetmez, gözyaşlarınıza neden olanları da silmeniz gerekir.
Birileri geceleri yatınca gözünüzün önünden gitmiyor, uykunuzu bölüyorsa, yaşantınızdan silin.
Sizde mutlu olun, halkta güven duysun.
Ayakta ölmek diz üstünde sürünmek ve yaşamaktan iyidir…
Yalan ve yanlışın tarihteki en canlı örneği;
İkinci dünya savaşı sırasında ALMANYADA yaşandı.
Hitlerin propaganda bakanı Joseph Goebbels, Alman Halkını “savaşı kazanmakta olduklarına” inandırmıştı.
Almanlar savaşı kaybettiğini, Rusları Berlin’de görünce anladılar.
Şu gerçeği hiç aklımızdan çıkarmayacağız.
Hükümetler kendi eylemlerine meşruiyet kazandırmak için yalan propaganda yapar.
Muhalefet, kendini haklı çıkarmak için yalan propaganda yapar.
Çünkü yalan sürekli tekrar edildiği zaman, toplum yalanı gerçek zan ediyor ve biz bunları yaşıyoruz..
Velhasıl;
Her bireyin toplumsal kurallara uyduğu, yalansız, huzurlu, güvenli, saygılı ve muhabbet dolu güzel günleri
hep birlikte yaşamak dileğiyle. Vesselam…
Hoşça kalın dostça kalın, sağlıklı kalın…
Ramazan Yazar
Emekli Teknik Öğretmen