“BENİ TÜRK HEKİMLERİNE EMANET EDİNİZ.”
-Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde durulacak ulusal sorunumuzdur; Çünkü Cumhuriyet; düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımlardan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.
-Devlet durumunda bulunan siyasal kuruluşların en birinci görevi, ulusun sağlıklı kalması için gerekli yaşam koşullarını gerçekleştirmektir.
-Devlet; güvenlik ve huzuru sağlamak için, ülkeyi savunmak için, sağlıklı, iyi yetişmiş, anlayışları, ulusal duyguları, yurt sevgileri yüksek yurttaşlara gereksinim duyar. Bu yüzden devlet; Ulusun, ulus gençlerinin, çocuklarının sağlıkları, sağlamlıkları, gürbüzlükleri; üzerine düştüğümüz çok gerekli bir dirilik işidir. Yurttaşların eğitim ve öğretimiyle, sağlığıyla yakından ilgilenmek zorundadır…
– Bir ulusun hasta olması demek, yıkıma uğraması demektir. O halde kurtuluş; ancak toplumdaki hastalığı tanılayıp sağaltmakla olanaklıdır.
ATATÜRK
Geçtiğimiz günlerde yine bu köşeden siz değerli okurlarıma Sağlık sistemiyle ilgili sıkıntıları içeren bir yazı yazmış ve;
“Anladık da birde sağlığımızı emanet ettiğimiz, Atatürk’ümüzün de kendisini emanet ettiği Doktorlarımız var. Hani ülkesini bırakıp gitmek zorunda kalan, ellerin memleketlerine giden, kendilerine kapı gösterilen Doktorlarımız. Diğer sağlık personelimiz var. Onların durumu nasıl, toplumda gerekli saygıyı, ilgiyi, en çok da hak ettikleri sevgiyi görüyorlar mı. Bence hayır. Bu konuyu önümüzdeki günlerde tek başına ele almak istiyorum. Sağlıklı günler temennisiyle;” Diye noktalamıştım yazımı.
Bu gün Atatürk’ümüzün toplum sağlığı, sağlık emekçilerimiz, doktorlarımız için söylemiş olduğu söylevlerinden küçük bir demet ile başladım. Hemen şunu belirtmek istiyorum. Bunu hepimiz çok çok iyi biliyoruz ama nedense bir türlü hayatımıza yerleştiremedik.
Eğer bizler yani Türk toplumu Atatürk’ümüzün hedef ve ilkelerini kendimize rehber edinsek, onun göstermiş olduğu yoldan sapmadan yürüsek ve onun izini takip etsek bütün sorunlarımız hal yoluna konulur. Ama nerdeeeee halen başka işler peşindeyiz.
Geçtiğimiz günlerde bu konuda bir sürü yazılar yazıldı, sorunlar dile getirildi, çözüm yolları ve öneriler dillendirildi. En önemlisi de başta bu alanda en büyük sıkıntıyı çeken sövülen, dövülen, kovulan Doktorlarımız olmak üzere Sağlık emekçilerimizin eylemleri oldu.
19 Sendika, 2 Aile Hekimliği Federasyonundan oluşan SABİM, Sağlık ve Sosyal Hizmet Birlik ve Mücadele Platformu, Sendikalar, başka sivil toplum kuruluşları ülke genelinde yapmış olduğu eylemlerle seslerini duyurdular. Duyurdular dedim de gerçekten duyması gerekenler duydular mı yoksa halen kulaklarının üstünde mi yatıyorlar ya da sağır dilsiz numarası mı yapıyorlar. Bundan emin değilim. Bence ikisi birden. Sorunları çözmek yerine duymamak için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Halbuki aynı çabayı sorunun muhataplarını dinlemek, sorunları çözüm amaçlı ele alıp, çözüm yolları bulmak için göstermiş olsalar çok daha verimli iş yapmış olurlar ama; Aması var ne yazık ki.
Sorunlar çığ gibi büyüyor. Çaresizlik her geçen gün artıyor. Feryat, figan durmadan yükseliyor, artık çığlığa dönüşmüş durumda ama çözüm için en ufak bir çaba yok. Sağlık çalışanlarımızın sorunlarının çözümlenmemesi, üstelik üzerlerindeki baskıların daha da artması ister istemez vatandaşında sorunlarının büyümesine, sağlık hizmetlerinin aksamasına neden oluyor.
Bakın bir sendikamızın yaptığı açıklama. “Şehir Hastanelerinde sorun çıkmasın diye ciddi baskı ortamı var. Başarısızlık korkusu ciddi baskı ortamı oluşturuyor.” (Ses Sendikası) İnsanların sorunlarını çözmek yerine baskı oluşturmak hangi aklın ürünüdür takdir sizlerin değerli okurlarım.
Ülke genelinde olduğu gibi İlimizde 21 sağlık kuruluşu bir araya gelerek SABİM platformu çatısı altında ortak açıklamalarda bulundu.
Sağlık çalışanları şiddetin önlenmesi, özlük haklarının verilmesi amacıyla iki gün iş bıraktı ve ortak bir sesle ‘Ekonomik olarak açlık sınırındayız’ diye seslerini duyurmaya çalıştılar.
Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi bahçesinde gerçekleştirilen ortak basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi.
“Toplu sözleşme taleplerimizi belirleyerek, platformun büyük çoğunluğunun katılımıyla 1-2 Ağustos’ta ülke genelinde iş bırakma kararı aldık.
-Çünkü; Ölüyoruz! Öldürülüyoruz!
-Ekonomik olarak açlık sınırındayız! Tükeniyoruz!
-Tırnak makasıyla AVM’lere dahi girilemeyen bir zamanda, silahla polikliniğe girip sağa sola ateş edebilen kişilerle iç içeyiz.
– Şiddetin gölgesinde hizmet üretmeye çalışırken, her an bu silahtan çıkan bir kurşunla, hatta başımıza indirilen bir oksijen tüpüyle, gelecek bir bıçak darbesiyle ölebiliriz!
-Şiddeti üreten, bu sistemin kendisi bunu biliyoruz.
-Çeşitli kalemler altında ödenen ve emekliliğe yansıtılmayan ek ödemelerle avutuluyoruz, kandırılıyoruz.
-Gerçek enflasyon karşısında bizlere sadece %17,5 zam reva görülürken, emekliliğimize yansımayan seyyanen zam ile eğitimli olmak cezalandırılıyor ve mezarda emekliliğe mahkûm ediliyoruz.
-Alım gücümüz büyük bir hızla azalıyor, fazla çalışma ücretimiz, iş hukukuna göre normal mesaimizin iki katı olması gerekirken, yarısından az alıyoruz. Çocuklarımız için sağlıklı beslenme koşullarını sağlayamıyoruz, eğitim masraflarını, kiramızı bile ödemekte zorlanıyoruz.
-Uluslararası aile hekimliği uygulamaları ile ilgisi olmayan düzenlemeler, yetersiz aile sağlığı merkezi gider ödemeleri, yetersiz aile hekimi ve aile sağlığı çalışanı sorunu çözülmüyor, düşük tavan katsayısı ve destek ödemesi ile aile sağlığı çalışanları yok sayılıyor ve birçok angarya iş yükü ile 85 milyon vatandaşın koruyucu sağlık hizmeti ihmal ediliyor.
-2010 yılından bu yana sayısız başarı elde etmiş aile hekimliği uygulaması, liyakatsiz eller sebebiyle geriye gitmeye devam ediyor. 5258 sayılı Aile Hekimliği Kanunu’nu düzenlemek yerine 657 sayılı Kanuna göre ceza verilerek anayasal haklar görmezden geliniyor, liyakatsizlik ve art niyet, yönetimdeki etki alanını giderek arttırıyor.
-Sağlık sistemindeki kargaşa ve huzursuzluk nedeniyle, hekimlerimiz, hemşirelerimiz, ebelerimiz, teknikerlerimiz, teknisyenlerimiz; genel idari, teknik ve yardımcı hizmetler sınıflarındaki çalışanlar gibi sağlık ekibinin hiçbir üyesi artık nefes alamıyor.
-Daha ne kadar dibe vurabiliriz? Artık göğsümüzü gere gere hekimim, hemşireyim, ebeyim, sağlık çalışanıyım demeyi geçtik, çalışanlar olarak memurum demekten utanır hale geldik.
-Ülkemizde oluşacak ideal sağlık sisteminin en büyük destekçisi olan bizler, hastalarımızın nitelikli tedavi olma, bakım alma ve iyileşme hakkını savunduğumuzun bilinmesini arzu ediyoruz. Pandemide, depremlerde ve her türlü zorlu şartlarda halkımıza ve hastalarımıza verdiğimiz fedakârca hizmetin unutulmamasını bekliyoruz.
-Nitelikli sağlık hizmeti için verilecek bu mücadelede sadece kendimiz için değil, hastalarımız için de mücadele ettiğimizin bilinciyle, tüm halkımızı yanımızda olmaya davet ediyoruz.
Sağlık çalışanlarımızın bu haklı taleplerinin yukarıda kası bir bölümünü aldığım Atatürk’ümüzün söylemlerinden farkı var mı değerli okurlarım. Lütfen bir daha inceleyin. Çözülemeyecek, ertelenecek, göz ardı edilecek hangi talep var lütfen bir daha bakın. Bunlara ilave edilecek, çözüm bekleyen bir çok sorun varken başka yollar göstermek bize yakışmıyor.
Bu arada bizi kıskananlar varya. Onlar kıskançlıklarından çatladıkları için hekimlerimizden sonra Hemşireler ve diğer nitelikli sağlık çalışanlarımıza göz diktiler. Haberiniz olsun.
Galın sağlıcakla.
HALK İÇİNDE MUTEBER BİR NESNE YOK DEVLET GİBİ.
OLMAYA DEVLET CİHANDA BİR NEFES SIHHAT GİBİ.”
Kanuni Sultan Süleyman.