MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’de, TBMM’de DEM Partililerle el sıkışmasıyla başlayan süreç, Öcalan’ın 2 DEM vekiliyle yaptığı görüşmelerle devam ediyor.
Bebek katili PKK terör örgütü başta Türkiye’de sonrasında
Irak, İran ve Suriye’de 41 yıldır kan döküyor.
Eli kanlı bölücü terör örgütü Türkiye’de PKK/KCK ismi ile İran’da PJAK, Suriye’de PYD/YPG, Irak’ta ise Tavgari Azadi olarak adlandırılmaktadır.
Toplumun barış ve huzurunu bozmak için her türlü kirli ve kanlı planları devreye sokan bölücü terör örgütü başta güvenlik güçleri olmak üzere, öğretmen, doktor, imam, bebek, çocuk ve kadınların da bulunduğu 50 bini aşkın masum
insanın yaşamını yitirmesine, on binlerce kişinin ise yaralanmasına sebep oldu.
41 yıllık kanlı tarihinde yaptığı saldırılarda on binlerce kişinin yaşam hakkını elinden alan, terör örgütü, binlerce çocuğu öksüz ve yetim, kadınları dul, anne ve babaları evlatsız bıraktı…
Ne yazık ki takvim sayfaları 2025 yılının Ocak ayını gösterdiği bugünler de dahi kan ve ölüm halen devam etmektedir.
Terör elebaşı Abdullah Öcalan’ın öncülüğünde 1978 yılında Diyarbakır’ın Lice İlçesinin Fis köyünde kuruluşunu ilan eden terör örgütü PKK kısa bir süre Türkiye’de faaliyetlerini devam ettikten sonra Suriye üzerinden Lübnan’a geçerek Bekaa Vadisi’nde kanlı planlarına devam etti.
12 Eylül askeri darbesinde sonrasında Suriye’nin başkenti Şam’ı adeta karargâh olarak kullanan örgüt 20-25 Ağustos 1982’de Şam’da II. kongresini yaptı.
Kongrede alınan kararların en can alıcı olanı ise silahlı mücadele yoluyla bağımsız bir sözde “Kürdistan” devletinin kurulması kararıydı.
Terör örgütü alınan kararın ardından 15 Ağustos 1984 de Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçelerindeki jandarma karakolları ve askeri lojmanlarına baskınlar düzenlendi.
Böylece ilk silahlı saldırılarını düzenleyen terör örgütü, en büyük katliamlarını Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde sivil halka yönelik gerçekleştirdi.
Katil sürüsünün bu saldırıları asker, polis, sivil hatta kundaktaki bebeklere yönelik aralıksız hep devam etti.
Bebek katili örgütün elebaşı Öcalan’ın, Kenya’da yakalanmasının ardından Kandil bölgesinde yapılan 7. kongrede, terör örgütünün silahlı eylemlerine sözde ara verdiğini ve bundan her alanda siyasallaşma sürecine girdiklerini ifade etmiş olsalar da
eli kanlı örgüt sınır hattımızda oluşturduğu yeni yapılanma ile yine tetiğe bastı.
Bunca kanlı saldırılara rağmen kırsalda umduğunu bulamayan örgüt, 2000’li yılların başından itibaren kanlı ve kirli yeni stratejiler geliştirmeye başladı.
2009 yılında AK Parti’nin başlattığı çözüm süreci ile ilk kez Kürt Meselesi resmen Türkiye’nin gündemine girmiş ve çözüme ulaşmak için her türlü girişimde bulunmuştur.
Hükümet ve sağduyulu insanların onca emek ve uğraşları ile başlayan çözüm süreci ne yazık ki PKK terör örgütünün çeşitli provokasyonları ile heba olmuştur.
Doğu ve Güneydoğu’da kritik öneme haiz şehirleri hedef seçen PKK; Muş, Diyarbakır, Mardin, Şırnak ve Hakkâri il merkezleri ile birlikte birçok ilçelerinde çukur kazıp barikat kurarak silahlı ve bombalı saldırılar gerçekleştirdi.
Teröristlerin saldırısı sonucu çok sayıda sivil yaşamını yitirdi.
Hendek operasyonlarında 793 asker, polis ve güvenlik korucumuz şehit oldu.
Operasyonlarda 4 binin üzerinde terörist etkisiz hale getirildi.
Çözüm süreci başta olmak üzere birçok girişimi ve öneriyi hiçe sayan PKK ve siyasi kolları Türkiye’de ki barış ve kardeşliğinin daim olmasına en büyük engeli teşkil etmektedir.
Hal böyle iken PKK’nın silah bırakabileceğini toplum hiçbir şekilde inanmamaktadır.
Kolluk kuvvetleri onun için teröre karşı mücadeleye aralıksız gece gündüz demeden şehir merkezi ile kırsal alanların yanı sıra yurt dışında devam etmektedir..
Bu dirayet ve kararlılığını gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.”
demesi ile başlayan yeni süreç PKK’nın silah bırakmasını sağlayacak mı?)
Bazı kesimlerce unutulan ve unutulmuş gibi görülen gerçekleri hatırlatarak başlayalım.
Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde, 1978’de kurulan PKK’nın, arkasında yabancı istihbarat örgütleri ve devletler olmadan Türkiye karşısında ayakta kalması mümkün müydü?
PKK, 1984’deki ilk saldırısından bu yana Suriye’de Esad rejiminden Yunanistan’a, ABD’den Fransa’ya, Almanya’dan İngiltere’ye, İran’dan İsrail’e kadar Türkiye ile hesabı
olan birçok istihbarat örgütü ve devlet için kullanışlı bir aparat haline geldi.
Sözde müttefiklerimiz ve uzak-yakın komşularımız PKK’yı, Türkiye’ye karşı sonuna kadar kullandılar kullanıyorlar..
Türkiye’nin talebi, terör örgütünün silah bırakmasına bakalım..
ABD’den mesaj üzerine mesaj yağıyor: “PYD-YPG’yi koruruz”
Ama PKK’nın içinde bunca yabancı el varken nasıl olacak bu iş?
Başta ABD ve İsrail olmak üzere PKK’nın arkasındaki devletler, terör örgütünün tasfiye edilmesini ister mi?
Söz konusu devletlerin, istihbarat örgütlerinin, Türkiye ile hesapları bitti mi?
Bir başka önemli soru ise 1999’dan bu yana İmralı’da olan Öcalan’ın, kurduğu örgütü kapatabilecek gücü kaldı mı?
Bu gerçekleri hatırlattıktan sonra tekrar başa dönelim.
Öcalan ile görüşmelerin 29 Aralık’ta değil aylar öncesinden başladığı bir sır değil.
Belli ki devlet, çok önceden stratejisini belirlemiş, alternatif planlarını yapmış.
Ayrıca devletin görevlendirdiği bazı kişilerin, Öcalan ile görüşüp, onun mektuplarını Kandil’e götürdüğü, dolayısıyla ortamı hazırladığı anlaşılıyor.
Bunu, YPG yöneticisi Ferhat Abdi’nin, “bulundukları bölgenin (Ayn el Arab) silahtan arındırılması” önerisini getirmesinden, “silahlı güçlerinin Suriye ordusuna entegre
olabileceğinden” bahsetmesinden anlaşılıyor…
Belli ki Öcalan’ın mesajları Ferhat Abdi’ye çoktan ulaştırılmış.
Sürecin çok önceden başladığını ayrıca PKK’nın Kandil’deki yöneticileri, Karayılan ve Karasu’nun,
“Bölge halkı da isterse PKK silahlarını alıp, Kuzey Irak’a çekilir” açıklamasından da anlıyoruz.
KCK’dan bir başka ismin yaptığı açıklamada ise Öcalan için ‘Önder Apo’ ifadesi kullanılarak, çağrılarını destekliyoruz deniliyor.
Ama aynı isim, yeni sürecin tuzak olabileceği, Kürtlere soykırımın sürdüğü, Türkiye’nin sadece saldırmayı, öldürmeyi, yok etmeyi bildiği gibi abuk sabuk yorumlar yapıyor ve silah
elimizde kalmalı anlamına gelen şeyler söylüyor.
Kısacası PKK dağ kadrosu, bir yandan Öcalan’a değer veriyormuş gibi gözükmeye çalışırken, diğer yandan da “Apo’nun dedikleri umurumuzda değil” tavrını sergiliyorlar.
Ama başka ayrıntılar da var.
Öcalan’ın İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürtlerden oluşan 250-300 kişilik Akil Adamlar Komisyonu kurulmasını istediği belirtiliyor.
Akil Adamlar Komisyonu, Öcalan’ın kendisini bölgedeki tüm Kürtlerin lideri olarak gösterme gayretidir.
Buna da en çok Barzani ailesi karşı çıkmaktadır.
Öcalan’ın, DEM Partiye Türkiye’deki muhalefet partilerini ziyaret etme görevini vermesi de Türk siyasetinde söz sahibi olduğunu kanıtlama girişimidir.
Yine Öcalan’ın Türkiye ile varılacak olası anlaşmaya uyulmasını sağlamak için bir devletin garantörlüğünü de istediği konuşuluyor.
Öcalan’ın örgüte silah bırakın çağrısını mart ayında Nevruz bayramında yapmasına yönelik bir beklenti var.
Ama öncesinde 10 Ocak 2025 sonrası DEM Parti, İmralı’ya bir ziyaret daha yapacak.
Peki, Öcalan’ın Türkiye’den talepleri neler olacak?
Bunların tamamını kamuoyu ne zaman öğrenecek?
Örneğin, Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” söylemiyle federasyonu işaret ettiğini kamuoyu biliyor mu?
Ama PKK yandaşı bazı siyasi oluşumlar, gruplar, kişiler ise Öcalan’ın Türkiye’ye taviz vereceğini öne sürerek yeni sürece karşı çıkıyorlar.
İmralı’da unutulmaya bırakılmış Öcalan’ın, sırf ev hapsine çıkma ve bazı kişilerin salıverilmesi karşılığında PKK’ya “silah bırakın” çağrısı yapacağını savunuyorlar.
Federasyon garantisi alınmadan görüşmelerin sürmesinin bir anlam taşımadığını söyleyen bu çevrelere göre, Öcalan’ın kurduğu örgüt üzerinde etkisinin olmadığı görülüyor..
Peki, sorunun çözümü için en önemli adres Kandil mi?
Kandil’in silah bırakmaya ABD’nin izni olmadan karar veremeyeceğini herkes biliyor.
Bu nedenle Türkiye’nin, konuyu ABD ile de bir süredir görüştüğünü söylemek yanlış olmaz.
Devlet Bahçeli’nin, 22 Ekim’de Öcalan’a yaptığı çağrı iyi okunduğunda, 3 sınama içerdiği görülecektir.
Birinci sınama, Öcalan’ın, kurduğu PKK’ya sözünün geçip geçmediğini göstermesidir.
İkinci sınama, PKK’nın baş hamisi ABD’ye danışılmadan Kandil’in silah bırakıp bırakmayacağını anlamaktır.
Üçüncü sınama ise resmiyette Türkiye’nin müttefiki (!) olan ABD’nin, PKK’ya, “silahı bırakın.
NATO ortağım Türkiye çok zarar gördü.
Bu iş bitsin” deyip diyemeyeceğini görmektir.
Kamuoyunda, ABD’nin de artık PKK’ya desteği bıraktığı ya da bırakacağı, bu yüzden terör örgütünün biteceği yönünde iyimser bir hava yayılıyor.
ABD, PKK’dan desteğini çekiyor düşüncesine kapılanlar, öncelikle İsrail gerçeğini unutuyorlar.
İsrail’in güvenliği ABD için yaşamsal önemdedir.
Bölgedeki düşmanlarına karşı İsrail’in vekil bir güce de ihtiyacı var.
Bu vekil gücün PKK olduğunu bilmeyen kalmamıştır.
İşte bu yüzdendir ki İsrail uzun yıllardır PKK’ya istihbarat, eğitim, silah yardımı yapmaktadır.
İsrailli Bakanlar, Esad rejimi düştükten sonra birbirleriyle yarış edercesine hemen her gün PKK’ya desteklerini açıklıyor, “PKK-PYD-YPG’yi Türkiye’den korumalıyız” diyorlar.
Trump’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkındaki övgü dolu sözlerinden hareket ederek, yeni Amerikan yönetiminin PKK-PYD-YPG’ye desteğini geri çekeceğine kesin gözüyle
bakanlara da bir uyarıda bulunmak gerekiyor.
Evet, Trump övgü dolu laflar etti, ama ekibindeki isimlere hiç baktınız mı?
Dışişleri Bakanı, Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcisi, Ortadoğu Özel Temsilcisi, CİA Başkanı, Ulusal Güvenlik Danışmanı ve İsrail’e büyükelçi olarak seçtiği isimlerin tamamı su katılmamış
PKK-PYD-YPG sempatizanı olduğu biliniyor..
PKK-PYD-YPG’ye dokunulmaması konusunda Türkiye’yi birçok kez açıkça tehdit etmiş isimlerdir bunlar.
Bu şahısların Trump’ı yönlendirecek ekip olduğu bilinmeli.
Yani Trump göreve başladığında işler hızla değişebilir.
Unutulmaması gereken bir başka tehlike daha var.
PKK’nın silah bırakmasını istemeyen terör örgütü unsurlarının ve yabancı istihbarat örgütlerinin süreci sabote edecek suikast, saldırı ve provokasyonlar yapabilecekleri de ihtimal dahilindedir.
Çünkü hiçbir ülkede terör örgütlerinin silah bırakması kolay olmamıştır.
Burada meselenin aslını unutmayalım neydi asıl mesele Bütün işlerin başı sonu BOP projesi ve bu projenin ilgililerce tıkır tıkır yürütülmesi..
Tekrar kısaca hatırlayalım;
‘’Kendilerine vaat edildiğine inandıkları bu topraklara kavuşmak amacıyla, ilk resmi adımı Yahudiler, 29 Ağustos 1897′de Basel’de I Siyonist Kongresi’ni düzenleyerek attılar.’’
Theodor Herzl, başkanlığını yaptığı bu kongrede kuracakları Yahudi Devleti’nin sınırlarını şöyle açıklıyordu:
“KUZEY SINIRLARIMIZ KAPADOKYA’DAKİ (ORTA ANADOLU) DAĞLARA kadar dayanır.
Güneyde de Süveyş Kanalı’na; sloganımız Davut ve Süleyman’ın Filistin’i olacaktır.”
(The Complete Diaries of Theodor Herzl, Theodor Herzl, cilt 2, sf.711)
Arzı Mev’ud 7 ülke üzerinde, Nil-Fırat arasında, Toros yayı ve bunun kuzey doğusu olan “Murat havzası=Aczmendi” ile güneyde Akabe ile Basra hattı boyunca çizilmiştir.
İsrail’in bu hedefinden dönmesinin hiçbir mümkünü yoktur.
Bu yemindir ve sonuna kadar ilerletilecektir.
Aynı yeminli protokolde, Türklerin ve Arapların bu havzadan çıkarılmaları ve sadece “goyim” tabiatlı (öküz de demektir) Kürtlerin, Yahudi ırkının ayak işlerini yapmaları için “ yudaik-kürdo” müstemlekesi kurulması için imza atıldı.
Bu protokol ayrıca “Zero-n” denen gelecekteki torunlarına da yeminli olarak iletildi.
‘Siyonist lider Theodor Herzl: ‘’Türkiye jeopolitik açıdan İsrail’in ilgi alanındadır’’ Toros yayının Güneyi, büyük İsrail’in rezerv Arz-ı Mevut’ udur.
ORANIN ADINI KÜRDİSTAN OLARAK BELİRLEDİLER.
*TÜRKİYE KÜRDİSTAN’I SU AÇISINDAN; (Fırat-Dicle Nehirleri)
*IRAK KÜRDİSTAN’I MUSUL PETROLLERİ AÇISINDAN, (Musul-Kerkük)
*İRAN KÜRDİSTAN’I DA YAHUDİLERİN İLK ÇIKTIĞI, sonra göç ederek, sırayla Irak’a ve oradan da Mısır’a köle olarak gittikleri güzergâhın kaynağı olan anayurt olma açısından
(Hamedan ya da Isfahan) vazgeçilmez ve orta vadede ellerine geçirecekleri alanlar, olacaklardır.
Yahudiler, bu bölgede ARAPLARI VE TÜRKLERİ istemiyor.
İşçi olarak, devlet tecrübesi olmayan Kürtler, Goyim (işçi-hizmetkâr) Kürdistan’da, İsrail devletinin dominyonu olarak belirlenmiştir.
Sıra Arz’ı Mevut’ un bir parçası olan Büyük Kürdistan’a gelmiştir.
Önce Irak ’da kurulacaktır. (Türkmen ve Arap’ lardan arındırılacaktır.)
Bu kısa vadede oluşturulmuştur.
Suriye ve İran’a bilahare saldırılacak Kürdistan’a toprak katılacaktır. (Bu ara Suriye tamam)
Bu da orta vadelidir.
Sırada Türkiye Kürdistan’ı var:
Bu da uzun vadelidir.
Türkiye’yi AB içinde “Hak ve özgürlükler” dümenleriyle “Önce Otonom, sonra tam bağımsız Kürdistan’a yönlendirilecektir.
Ermenistan’ın da AB içine alınmasıyla, Van’dan Doğuya doğru bir serbest dolaşım bölgesi oluşturacaklardır.
Böylece Sevres anlaşması yürürlüğe girecektir.
PKK’nın, kesinlikle Kürt asıllı kardeşimin haklarını savunmak gibi bir amacı yoktur.
PKK pek çok Kürt kardeşimizi de katletmiş, büyük İsrail’i kurma hedefine hizmet eden MOSSAD’ın tam desteğindeki gizli Yahudi örgütüdür.
Velhasıl;
Soru, Terörü tamamen gündeminden çıkarmış, kendi içinde birliğini sağlamış, ekonomik kaynaklarını kalkınmaya ayıran, büyük bir güce dönüşecek Türkiye, PKK’nın arkasında duran ülkelerin işine gelir mi?
Bir başka soru ise söz konusu ülkeler, PKK’nın silah bırakması karşılığında Türkiye’de ve Suriye’de ne tür değişiklikler isterler?
1990’lı yıllarda halk desteğini arkasında göremeyen örgütün sözde siyasi uzantıları zamanla güçlendiler.
Açılım süreci ile muhatap alındılar, bebek katili Abdullah Öcalan’ın İmralı adasından yaptığı açıklamaları, sözde tarihi çağrı algısı ile servis ettiler.
Bebek katilinin 1999 tarihinde uçakta yaptığı konuşmanın devamında yaşananlara bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl bir tuzağa çekildiğini gözler önüne seriyor.
Asala terör örgütünün uzantısı PKK, Türkiye’de gelişen siyasi konjonktür ile dağdaki militanlarla beraber siyaset çatısı altında biti kanlandı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, militanlarla ve şehirdeki uzantıları ile tuzağa çekilmiştir.
Bugüne nasıl geldiğimizi bilmem anlatabildin mi size göre biraz uzun olsa da?
Katil Öcalan’ın bugün ev hapsi, huzur hakkı konuşuluyor.
Başarabilirler mi?
2014-15 tarihinde toplumun algısı ile oynadıkları gibi bir oyun tertip edilebilir mi?
Medya ellerinde, algıyı yöneten ekran yüzleri iştahla bekliyor.
Bu fotoğrafın sadece konuşulan tarafı…
Konuşulmayan!
Ev hapsi verildiğinde Öcalan’ın nasıl korunacağı hususu…
Koruyabilirler mi?
Mümkün mü?
Binlerce şehidin kanı eline bulaşmış KATİLİ MİLLETTEN korumak imkânsız.
Bahçeli çağrıda bulundu, partiler heyetler görüştü diyelim.
Ve Öcalan PKK ye silahı bırakın dedi..
Yav sizin dünyadan haberiniz var mı?
ABD İsrail işi bu noktaya getirdikten sonra bu işin ucunu bırakır mı?.
Bop projesi son uygulamalarına gelmiş, Irak, Suriye, Libya, Lübnan ve diğerleri bitmiş Arap ülkeleri yönetimleri ABD’nin İngilizlerin kontrolündeyken, geçin bu hayalleri ..
ABD’nin güdümündeki Fırat’ın kuzey doğusundaki YPG/PKK silah mı bırakır?
Buna inanmak için aptal olmak, ahmak olmak gerekmez mi?
Silahı bırakmaz.
İstese de bırakamaz.
Amerika bugün El Bab’da karakol kuruyor, üs kuruyor.
ABD, Fırat’ın kuzey doğusunda olduğu sürece ne Suriye’de güvenlik olur ne bizde olur.
Öcalan’ı kimse dinlemeyecek.
Kandil’dekiler eğer o açıklama doğruysa dinlemeyeceklerini söyledi.
Pratiği yapanın kendileri olduğunu söylediler.
Bu durumu sağır sultan bile biliyor.
Hele hele Öcalan’ı kimsenin sallamayacağını da bilinirken.
Neyse toplamaya çalışalım;
Kem küm ederek doğruları saptırmanın, yanlış işlerin taşeronluğu kişiye getirisi ne ola bilir ki?
Ona, buna yaranmak, kişisel menfaat, koltuğu kaybetmemek, makam beklentisi ise beyhude çaba.
Adil olmayan her kazancın yansıması olarak bir kaybedeni olacaktır.
Yalanla, hileyle kazanılan her şey etikten, erdemden hayırdan yoksun olacaktır.
Ya bu kaybeden Vatan, ya da tüm insanlıksa, kazanan güruh kazandığını sanırken kendisinin ailesinin, çocuklarının geleceğini kaybedeceğini nasıl göremez.
Mevlana’ya göre;
“toplumda adaletin, barışın, güvenin, huzurun ve refahın sağlanması Liyakat ve ehliyetin temel alınmasıyla mümkün olacaktır.
Uzmanlık ve deneyime bakılmaksızın, işlerin yürütülmeye çalışılması halinde ise, toplumsal düzenin işleyişi zarar görecek Ülkenin gelişmesi ve ilerlemesi mümkün olmayacaktır.”
İyi olmayan yönetim sonucu yapılan yanlışların, kişisel çıkarlar için verilen tavizlerin; ehliyetsiz, liyakatsiz makamı işgal etmenin, beceriksizliğin elbette bir mali boyutu olacaktır.
Beceriksizlikçe yapılan yersiz, hesapsız, plansız keyfi harcamaların, her türlü kamu israfının, faturası maalesef toptan tüm milletin bu gününe ve geleceğine fatura edilmektedir.
Şu sıralar sağ kesimin bir kanadında (ülkücü camiada) yaşanan son gelişmeleri Ülkemiz açısından endişeyle takip ediyoruz ve görüyoruz ki adalet, yargı, hukuk vb hak getire..……
Ve yine son sözü Alpaslan TÜRKEŞ bırakalım;
“Mevzu vatansa hepimiz ölelim, mevzu makamsa hepiniz ölün!”
“Beceriksizlikle ihanet arasında kıldan ince bir çizgi vardır.
Beceremediği halde makam-mevki işgal etmek en büyük ihanettir”
İfadesiyle anlatmaya çalıştığımızı bir cümleyle özetlemiştir..-alıntı-araştırma- Vesselam…
Hoşça kalın, dostça kalın, sağlıklı kalın… …
Ramazan Yazar
Emekli Teknik Öğretmen