Çevresindeki arkadaşlarına sık sık ‘’Bakmayın benim bedenimin kabalığına, aslında benim ruhum ince’’ diye espri yapardı da arkadaşları cümledeki derinliğe pek dikkat etmezdi.
Gerçekten de bedeni biraz kabaydı. Orta yaşı geçmişti. Kilosu ile boyu tam olmasa da orantılı sayılabilirdi ama hafif göbeği ve dikkatsiz seçtiği giysileri onu kaba-saba gösteriyordu. Seviyordu kendisinin bu hâlini. ‘’İnsan kendisini sevmezse, bir şeyler eksik kalır hayatta’’ diye düşünürdü.
O gün bir kadın arkadaşıyla buluşacaktı. Neşeli ve heyecanlıydı. Dolaptan en beğendiği bardağı seçti. Düz ve orta boy cam bardak olmalıydı onun çay içeceği bardak. Ağır ağır çayı doldururken demlikten, bir manzara seyreder gibi bakıyordu çayın bardağa akışına.
Bardağı eline aldı, göz hizasına kadar kaldırdı, yaklaştırdı yüzüne doğru. Epeyce bir baktı. Gürül gürül akan bir ırmak kıyısında dostlarıyla içtikleri çayı gördü sanki bardakta. Sonra karların içinde elleri, ayakları donmaya yüz tutmuşken çattıkları ocakta isli çaydanlıkta demledikleri çay geldi gözlerinin önüne. Daha bir çok güzel anı. Gülümsedi.
Bardağı yavaşça ağzına götürdü, gözlerini yumup, küçük bir yudum aldı. Kısa bir süre ağzında bekletip, diliyle çevirdi çayı. Yine anılara daldı. Sonra yuttu anılara bezenmiş çayı. Bardağı kaldırıp biraz seyretti. Bir yudum daha aldı. Bir yudum daha, bir daha.
Gidip aynı zevkle çayın demlikten bardağa akışını izleyerek bir çay daha doldurdu. Yine birkaç saniye kadar bardağa baktı. Güzel bir şeyler düşünmüş olsa gerek, hafifçe gülümsedi, bir yudum içti. Bardağı masaya koyup müzikçalara bir CD taktı. Neşet Ertaş, “Gel sevelim, sevileni seveni’’ diye söylerken bir yandan yüksek sesle eşlik etti, bir yandan da bardağını da tekrar eline aldı. Bu defa hızlı hızlı birkaç yudum içti. Derin bir ‘’oh’’ çekti. Bardağı öptü, ‘’Sevgi bu olsa gerek’’ diye mırıldandı. Bardaktaki son yudumu da içerken hâlâ ‘’Çayı sevmek bu olsa gerek’’ diye söyleniyordu kendi kendine.
Buluşma saatine daha iki saat kadar vardı. Bahçeye çıktı. Çok sevdiği papatyaların yanına geldiğinde durup çömeldi. Tüm papatyalara sırayla tek tek baktı. Bir tanesine eliyle dokunup, sessizce bir şeyler söyledi. Kimseler duyuyor mu diye etrafına bakındı, sonra kısık sesle papatyayla konuşmaya devam etti. Papatyalar alışıktı ‘’bedeni kaba, ruhu ince’’ adamın kendileriyle konuşmasına. Cevap vermiyorlardı ama hafifçe sallanmalarından ‘’Biz de seni seviyoruz’’ dedikleri o kadar aşikârdı ki… Adam, sevgisine karşılık görmenin mutluluğuyla ağır ağır kalkıp odasına yöneldi.
Zaman yaklaşıyordu. Dolabını açtı. Önce mavi gömleğini aldı. Gömleği sanki bir kuşu ya da kediyi severcesine okşadı önce. Sonra itinayla giydi. Pantolonuna da şefkatle baktı. Onu da incitmemek için yavaşça giydi. Islık çalarak dolabını kapatıp evden çıktı.
Bahçesinde çalışan yan komşusuna ‘’Kolay gelsin’ deyip arabasına yönelirken yol kenarında simit satan çocuğa da ‘’Hayırlı işler’’ demeyi ihmal etmedi. Arabasına binip buluşma yerine doğru hareket etti. Radyoyu açtı, tam da çok sevdiği parça çıkmıştı. Nurdan İpek , o büyüleyici sesiyle ‘’Sen benimsin, ben seninim’’ diye söylerken, akortsuz sesiyle yine parçaya eşlik ediyor, hem de eliyle direksiyonda tempo tutuyordu… Kızılırmak kenarindan geçerken camı açıp, arabanın ve müziğin sesiyle karışık bağırmaya başladı: ‘’Harikasın ırmak, sizi seviyorum balıklaaaaaar’’….
Radyoda Nurdan İpek bitmiş, Gülşen Kutlu söylemeye başlamıştı. ‘’Aşkınan’ bakışan göze doyulur mu, doyulur mu?’’ bölümüne öylesine kendisini kaptırmıştı ki, buluşma yerine yaklaştığını son anda farketti.
İçerisinde çay bahçesi bulunan parka geldiğinde kuş sesleri kulağı tırmalıyordu. Kafasını yukarı dikip epey bir süre kuşları izledi. Hatta bazı kuşlar omzuna pislemişti. Islak mendille mavi gömleğinin omuz kısmını iyice temizledi ama yine de iz kalmıştı. ‘’Bunda da bir hayır var, şans getirir inşallah’’ dedi kendi kendine, kuşlara el sallayıp uzaklaşırken tam ayağının dibinde de bir serçe geziniyordu. Ona basmamak için dikkatlice adım atarken, ‘’Ne güzelsin, seni seviyorum’’ diye kuşa doğru eğildi. Çay bahçesinde bir masaya oturup beklemeye başladı.
Orta yaşlı, sarı saçlı, mahcup tavırlı kadın yavaşça masaya yaklaşıp ‘’merhaba’’ dediğinde adam uzaktan serçeleri seyretmeye dalmıştı. Hemen ayağa kalkıp elini uzatarak ‘’Merhaba’’ diye cevap verdi. Karşılıklı oturdular, iki çay söylediler. Sohbet başlatmak için konu bulmakta zorlandılar bir süre. Daha önce de iki-üç kez birlikte oturup sohbet etmişlerdi ama daha samimi olmaya başladıklarından sohbetin niteliğini de değiştirmek istiyorlardı. Parkın güzelliğinden, kuşlardan sonra epey bir süre çayı konuştular. Sonra ikisi de gelmek istedikleri konuya getirdiler konuşmayı. ‘’Haydi sevgi ve çeşitlerini konuşalım’’ dedi adam. Kadın zaten bekliyordu bu teklifi.
İnsan sevgisi, doğa sevgisi, vatan sevgisi, hayvan sevgisi üzerine uzun uzun konuştular. Hatta çay sevgisi, çiçek sevgisi de konuşuldu. Adam uzun sohbetin bir yerinde ‘’Dünyayı güzellik kurtaracak, Bir insanı sevmekle başlayacak her şey’’ dedi… Kadın, gülümseyerek ve biraz da sevinçle adama bakıp ‘’İşte tüm her şeyin özeti bu. Sevgi, sevgi, sevgi… Sevgisiz insan kötü insandır. Hele sevgi, saygıyla, hoşgörüyle, empatiyle bütünleşirse, Dünya güzelleşir’’ dedi. Ve devam etti.
Bir kıyıdan baktım dünyaya
Ellerimde tuz avucumda sedef
Bir mavilik bir açıklık
Özgürlük hasreti
Yüreğime vuruyor
Nerede nerede insanlar
Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey…
MEHMET ATILGAN
MEHMET AĞABEYİM BU YAZI ANCA BU KADAR GÜZEL OLABİLİRDİ VE ODA SENİN KALEMİNDEN İLMİK, İLMİK SÜZÜLEBİLİRDİ.
KIRŞEHİR SEVDAMIZI, BAZI EKSİK GÖRÜP YAPILMASI GEREKENLERİ, DUYGULARIMIZI, DÜŞÜNCELERİMİZİ SIKÇA BU SİTEDE ANLATACAK VE ULAŞABİLDİĞİMİZ TAKİPÇİLERİMİZİN BİRLİKTE SEVGİLERİNİ KUŞANMALARI İÇİN ÇABA SARFEDECEĞİZ.
KUCAĞIMIZDA BERABER BÜYÜTECEĞİMİZ MEMLEKET SEVDAMIZI VE KIRŞEHİR ANADOLU HABER SİTEMİZİ SİZLERİN ENGİN HOŞĞÖRÜ,TEVAZU VE TECRÜBELERİNİZLE DAHA İLERİYE TAŞIYACAGIMIZA İNANIYORUM.
MEMLEKETTEN SELAM VE SAYGILARIMI GÖNDERİYOR, KIRŞEHİR ANADOLU HABER AİLESİNE HOŞ GELDİN DİYORUM.