AĞALARIN FEODALLARIN ELBİRLİĞİYLE YIKTIKLARI GELECEĞİMİZ!-2- « Kırşehir Anadolu Haber

AĞALARIN FEODALLARIN ELBİRLİĞİYLE YIKTIKLARI GELECEĞİMİZ!-2-

Bu haber 15 Nisan 2025 - 15:20 'de eklendi ve 737 views kez görüntülendi.
AĞALARIN FEODALLARIN ELBİRLİĞİYLE YIKTIKLARI GELECEĞİMİZ!-2-
(BİR BAŞKALDIRI DESTANI KÖY ENSTİTÜLERİ)
SAĞLIKCILAR GURUBU..
Ve Köy Enstitülerinde Sağlık Eğitimi
Köy Enstitülerinde sadece eğitim, kültür, tarım ve inşaat alanına değil, sağlık
konusuna da çok önem veriliyor, eğitim programlarında sağlık eğitimi de yer alıyordu.
“Tabiat ve Okul Sağlık Bilgisi” dersi 5 yıl boyunca, “Ev İdaresi ve Çocuk
Bakımı”dersi ise son sınıfta okutuluyordu.
Tabiat ve Okul Sağlık Bilgisi dersinde insan anatomi ve fizyolojisi, genel sağlık
kuralları, sağlığın korunması, okul sağlığı, kazalar ve köy sağlık sorunları
gibi konular içeriği oluşturuyordu.
Ev İdaresi ve Çocuk Bakımı dersinde ise çocuk sağlığı, bakımı ve
hastalıklarına ilişkin konular işleniyordu.
Enstitülerde yetişmekte olan öğretmenler, derslerde ve revir çalışmalarında,
eğitim yoluyla sağlık önlemleri alma ve ilk yardım hizmetleri gibi bazı temel
konuları de öğreniyordu.
Köylerdeki sağlık sorunlarının çözümlenmesi için yerel koşullara göre eğitilmiş
‘köy öğretmenleri’ gibi sağlık elemanlarının yetiştirilmesinin gerekli olduğu görüldü.
Köylere eğitim, kültür, tarım, inşaat gibi alanlarla birlikte yeterli sağlık hizmetlerinin
ulaştırılması, ülkenin bütünüyle kalkınması için de büyük önem taşımaktaydı.
Dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç,
“Köyleri hastalıklardan kurtaramadığımız sürece, canlı ve mutlu bir
topluma kavuşamayız.
Millet çoğunluğunun sağlığı ile ilgili bu işi tıpkı ilköğretim
davası gibi kökten çözümlemek yoluna düşmek gerekir’ diyordu.
O yıllarda, köylerde, duvar diplerinde, avlularda iki büklüm olmuş sıtma
hastalarının, yüzü gözü sinek, sümük içindeki hasta ve yaralı çocukların durumu
ile salgınlarda yitirilen bebekler ve doğumda ölen gencecik analarla ilgili haberler
yürek sızlatıyordu.
Kasabadaki doktorların, sağlıkçının köylere ulaşıp bu tabloyu düzeltme imkânı yoktu.
Çünkü hem sayıları yetersizdi hem de yollar bozuk, ulaşım aracı kıttı.
Aslında sağlık mücadelesi çabaları 1910’larda, “Küçük Sıhhat Memurları
Mektebi” adıyla açılan okullarla başlamış, ancak bu okullar, İmparatorluğun son
dönemine ve Kurtuluş Savaşı’na rastladığı için beklenen yararı sağlayamamıştı.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, 1924 yılında Ankara, İstanbul ve Sivas’ta
Açılan “Sağlık Memuru’ Okulları, 1926 yılından 1948 yılına kadar 720 mezun
vermiş, bu sayı 1951 yılında 987’ye ulaşmıştı.
Ancak, Sağlık Bakanlığı’nın yetiştirdiği bu elemanlar köye uyum sağlayamamış,
büyük çoğunluğu kent ve kasabalarda çalışmayı tercih etmişti.
1936 yılında çıkarılan 3017 sayılı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Teşkilat
Yasası’nın 26. Maddesine, 1943 yılında eklenen bir fıkra ile “Köy Sağlık Örgütü” kuruldu.
Köylere sağlık hizmeti sunmak üzere oluşturulan bu birim köy hekimi, köy
sağlık memuru ve köy ebesinden oluşuyordu.
Ne yazık ki, bunlardan köy hekimleri yetiştirilemedi, sadece köy sağlık memurları
eğiterek sahada görevlendirildi.
Sağlık Bakanlığı ayrıca, 1936 yılında Balıkesir ve 1937’de Konya’da iki
Köy Ebe Okulu açtı.
İlkokul mezunu 15 yaşına gelmiş kız çocukları 9 ay kuramsal, 3 ay uygulamalı
olmak üzere 12 aylık eğitimden sonra ebe olarak mezun oldu.
1947 yılına kadar Balıkesir’de 495, Konya’da 294 olmak üzere toplam 789 köy
ebesi göreve başladı.
Köy Enstitülerinin Sağlık’ta da Devreye Sokulması,
1943 yılında, Sağlık Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı, işbirliğine gitti ve çıkarılan
4459 sayılı yasaya dayanarak, Köy Enstitüleri’nde “Sağlık Memuru Kolu” ve
“Köy Ebesi Kolu” oluşturulması kararlaştırıldı.
Ancak, kız öğrencilerin sayısı az olduğu için enstitülerde ”ebe kolu” açılamadı.
Bunun yerine, yapılan bir protokolle, köy ebesi olacakların Sağlık Bakanlığı
kurumlarında yetiştirilmesine karar verildi.
Böylece, enstitülerdeki sağlık kolu sadece köy sağlık memuru yetiştirdi.
Sağlık Kolları ilk kez 1943’te Malatya-Akçadağ, Erzurum-Pulur, İzmir-Kızılçullu,
Ankara-Hasanoğlan olmak üzere 4 Enstitüde eğitime başladı.
1944’te Kastamonu-Gölköy, Eskişehir-Çifteler, Kocaeli-Arifiye Enstitülerindeki
Sağlık Kollarının da eklenmesiyle bu eğitimi veren enstitü sayısı 7’ye çıktı.
1945’te 4 enstitü 264 köy sağlık memuruyla ilk mezunlarını verdi.
1947’de 7 Enstitüde bulunan Sağlık Kolları İzmir- Kızılçullu ve Ankara-
Hasanoğlan Köy Enstitüleri’nde birleştirildi.
Köy Enstitüleri’nin Sağlık Bölümleri, ilk açıldığı 1943 yılından kapatıldığı
1951 yılına kadar 1599 köy sağlık memurunu mezun etti.
Sağlık kolunun eğitiminde büyük ölçüde okul doktorlarından yararlanıldı.
Okul doktorları “Sağlık Kolu Eğitim Başı” olmuş, kol programının hazırlanıp
Yürütülmesinden sorumlu ve yetkili kişi olarak, enstitü eğitim başı ile işbirliği
yapmakla görevlendirilmişti.
Sağlık kolu bulunan enstitülerde birden çok doktor, hemşire ve sağlık
Memuru bulundurulması nedeniyle, alan bilgisi derslerinin birçoğu enstitüde
yapılarak, uygulama için yakındaki devlet hastanelerine gidildi.
Alan dersleri konusunda Sağlık Bakanlığı’nın görüşü alınarak
“Küçük Sıhhat Memurları” okulunun programı temel kabul edildi.
Sağlıkçı adayları enstitü içinde ve hastanelerde uygulama yaptıktan
sonra, uygulama köylerine giderek mesleki becerilerini arttırdı.
Enstitü reviri ve öğrencilerin çeşitli sağlık sorunları onlar için önemli bir
uygulama alanı olmuştu.
Köy Enstitülerinin sağlık alanında getirmeyi planladığı en büyük
yeniliklerden birisi de “bölge dispanserleri” tasarısıydı.
Bu hedefe uygun olarak Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü çatısı
Altında 60 yataklı bir dispanserin temeli atıldı.
Bu dispanserlerin hem sağlık kolu öğrencilerinin uygulama kurumu olması,
hem de enstitüye ve çevre köylere sağlık hizmeti verecek bir yapıda
bulunması hedefleniyordu.
Süreç içinde sağlık kolu bulunan her enstitüye bir dispanser yapılması ve
Hemen her enstitünün bir sağlık kolu olması tasarlanmıştı.
Köy Enstitüsü sağlık kolundan mezun olan köy sağlık memurlarının atamaları,
Milli Eğitim Bakanlığı ile yapılan protokol gereğince, Sağlık Bakanlığı tarafından yapıldı.
Buna göre, köy sağlık memurlarına köy öğretmenleri gibi 20 yıl zorunlu
Hizmet yükümlülüğü getirilirken, her sağlık memuruna 5-10 köyden oluşan
bir köy grubu bölgesi verildi.
Bu bölgenin merkezi, sağlık memurunun kendi köyü veya sınırları kendi
köyüne bitişik diğer köylerden biri olmak üzere sağlık memurlarının ataması yapıldı.
Merkez olan köyde yaşayan sağlık memuru, gezici nitelikte hizmet verecek,
her ay her köy ziyaret edilecek, her köyde en az 4 saat kalacak şekilde çalışacaktı.
Bu köylerde bulaşıcı hastalıklarla savaş, çevre sağlığı hizmetleri, 3 aylık tüm bebeklere
çiçek aşısı uygulaması ve ilk yardım hizmetlerini esas alan bir anlayışıyla hizmet yürütülecekti.
Bu işlerin eksiksiz yapılması için de köy öğretmenleri, gezici başöğretmenler,
ilköğretim müfettişleri, milli eğitim memur ve müdürleri ve köy enstitüsü yönetimleri
sorumlu kılınmıştı.
İşlerin tamamlanmasından sonra sonuçlar Milli Eğitim Bakanlığı yoluyla Sağlık
Bakanlığı’na bildirilecek, gerekli ödenekler de Sağlık Bakanlığı’ndan gönderilecekti.
Köy sağlık memurlarına ilk atanmalarında zorunlu gereksinimleri için bir
kereye özgü 60 lira verilecek, sonrasında da ayda 20 lira olmak üzere her 3 ayda
bir maaş ödemesi yapılacaktı.
Ayrıca, sağlık memuru için merkez köyde bir ev yapılacak, köy arazisinden
tarla tahsis edilecek, “istihsal vasıtaları” sağlanacaktı.
Sağlık memuruna ayrılan tarlayı köylüler imece usulü ekeceklerdi.
Sonuç İkinci Dünya Savaşı’nın zor koşullarında ekmeğin karneyle verildiği, açlık tehlikesinin
baş gösterdiği, bulaşıcı hastalıkların son derece yaygın, toplumumuzun fakir ve eğitimsiz
olduğu bir dönemde, köy enstitüleri en çok ihmal edilmiş kesim olan köy toplumundan
başlayarak tüm ülkenin kalkınmasını ve modernleşmesini amaçlamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile başlayan aydınlanma hareketinin en özgün
Örneği olan köy enstitülerinin, başarılı işlevlerinin dünyada da yankı bulduğu söylenebilir.
İşte dünyada söylenenlerden birkaç örnek:
Eğitim bilimci John Dewey:
“Son yıllarda hayalimdeki okullar Türkiye’de kurulmaktadır,
bunlar Köy Enstitüleri’dir”
Tarihçi Arnold Toynbee:
“Köy ile şehir arasına uçurum açmışsınız.
Birkaç Köy Enstitüsü’nü ziyaret ettikten sonra anladım ki, bu uçurum
Köy Enstitüleri ile düzeltilebilir.
Enstitüler, köylü ile şehirli, halk ile aydın arasındaki uçurumu doldurmak
İçin bulunmuş pek maharetli bir çaredir.”,
Fredrik W. Fernau: “demiştir.
Köy Enstitüleri, Kemalist Türkiye’nin kendine özgü ve özgün bir buluşudur”
UNESCO’nun, Köy Enstitülerden
“bütün gelişmekte olan ülkelere örnek alınacak bir eğitim sistemi”
olarak övgüyle söz etmiş olması da önemli bir başka saptamadır.
Ve Netice Sonuç
1946 yılından itibaren iç politikada dengelerin değişmesi, Köy Enstitüleri’ni başından
beri kendi varlıkları için tehlikeli gören öğelerin siyaset sahnesindeki ağırlıklarının
artması, önce enstitülerin yozlaşmalarına ve daha sonra da 1954 yılında 6234 sayılı
yasa ile İlk Öğretmen Okulları’na dönüştürülerek tamamen kapatılmalarına neden oldu.
Batı Bu Modelden Neden Korktu?
1940’lı yıllarda üniversitelerin özerkliğinin başladığı dönem Hasan Ali Yücel’in
Köy Enstitüleri’nin kurulduğu döneme denk gelmektedir ki; bu dönemde UNESCO
tarafından dünyaya Türk eğitimi model örnek olarak gösterilmektedir.
Türk eğitim tarihine bakıldığında Cumhuriyetin eğitim projesinin bu dönemde
şahlandığı, ancak çok kısa sürede önünün kesildiği görülmektedir.
Bu dönemden sonra soğuk savaş anlayışı ile ülkemizin önüne konulan süreç sonucu
İnsanlarımız birbirine düşürüldü, toplumun en dinamik kesimi olan üniversite gençliği
ağırlıklı olarak olaylara da taraf oldukları için üç kez ülkede darbe yapıldı ve her
seferinde üniversiteler sorunların merkezi olarak gösterildiği için üniversiteler
zaptü-rapt altına alınmaya çalışıldı.
Köy Enstitüleri’nin temel espirisi, bu eğitim modeli kişinin kendi farkına
varılabilirliğini kazandırmasıydı.
Anlıyor, düşünüyor, sorguluyor ve üretiyor.
Yaptığı işin verdiği mutluluk ile yaşamına anlam katabiliyordu.
Maalesef ülkemiz o gün bu kazanımı koruyamadı.
Çünkü o dönemde toplumun eğitim düzeyi, demokrasiyi sindirme bilinci, batının
baskısı sonucu bu proje ortadan kaldırıldı.
Bugün bizler Köy Enstitüleri’ni okuyunca hayıflanıyoruz, ancak yakalanan
fırsatların değerlendirilmemesi kaçan trene benziyor.
Toplum olarak o dönemde neye sahip olduğumuzun farkında değildik.
Bugün de farkında olduğumuz inancında değilim.
Nasıl ve neden kapandı?
Siyasal nedenler ile muhalefetin mecliste çoğunluğa ulaşması.
Toplumsal nedenler ile köyde bulunan ağanın, din adamının, tarikat liderinin
çıkarlarına dokundu.
Örnek olarak şöyle bir anı anlatılır.
Van milletvekili Kinyas Kartal’a; “Neden Köy Enstitülerine karşısınız? “
diye sorulduğunda şöyle demiştir
. ” Ben bir köy ağasıyım.
Benim bir yığın köyüm var, o insanlar hep bana gelir danışırlardı.
Köy Enstitüsü öğretmenleri köylerime gelince köylüler bana danışmaktan vazgeçtiler.
Bunlar yarın bana da ayaklanırlar, diye karşı geldim,” diyerek gerçeği gün yüzüne çıkarmıştır.
Bu kapatılmayla ilgili Kepirtepe Köy Enstitüsü mezunu öğretmen Fahrettin Demir
şöyle anlatıyordu: “Sınıfımızda, Selçuk Koral öğretmenimiz bize münazara ortamı yaratmıştı.
Bizde arkadaşlarla tartışıyorduk, konu da şuydu:
’Köy ve şehir arasında farklılıklar ve ahlakı değerler’
Birden kapı açıldı.
O zamanın meclis başkanı.
Kazım Karabekir Paşa, bölge valisi, maarif müdürleri ve birkaç kişi içeri girdiler.
Bir müddet bizim tartışmamızı izlediler.
Bir ara bölge valisi Kazım Karabekir’in kulağına eğilerek herkesin duyabileceği bir şekilde,
’Paşam görüyor musun, komünizm propagandası yapıyorlar,’ dedi.
Sınıf birden sessizliğe büründü.
Hepimiz sus pus olduk.
Dışarı çıktılar, biraz sonra emniyetten iki kişi gelip öğretmenimizi aldılar.
Daha sonra öğrendik ki içeride öğretmenimiz hakkında tutanak tutmuşlar.”
İşte böyle iftiralarla ve yalanlarla bu güzelim okulları kapattırıp, ülkemizin geleceğini çaldılar.
Bunların yanında ekonomik nedenler, eğitsel nedenler ve yönetsel nedenlerle birlikte
Köy Enstitüleri, yarım kalmış kalkınma ve mutluluk projesi kapatılmış oldu.
Türkiye’nin aydınlık yüzü kısa bir süre içinde karartıldı.
Köy Enstitülerinin kapatılması halkımızın bir an önce uyanması, canlanması
açısından büyük bir kayıp oldu.
Halkımızın, karanlıktan, yoksulluktan, çağdışı yaşamdan
kurtulmasını istemeyen güçler işledi bu cinayeti.
Kendi çıkarlarına ters gördüler.
Uyanmış, canlanmış bu halkı kolay aldatamayacaklarını, sömüremeyeceklerini
görünce, gereğini yaptılar, kapattılar.
Aşiret reisleri toprak ağaları, şıhlar, menfaatine dokunanlar.
ABD istemedi böyle üreten eğitimi, ”Ben size istediğiniz yardımı yaparım”
(Marshall yardımları ile) diyen söylemleri, yalanlar, iftiralar, dedikodularla önce
karma eğitimi ayırdılar daha sonrada kapattılar.
En son 1951-1952 tarihinde son mezunlarını verdiler.
Uygulamaları ve eğitim programlarının birçok bölümü değiştirilerek “Öğretmen Okuluna” dönüştüler.
Daha sonra Öğretmen Okulları da kapatılarak, öğretmen yetiştirme tamamen yok edildi.
Yeniden Öğretmen Okullarının açılabilmesi ve eski okul binalarımızın korunması için
“Öğretmen Okulları, Öğretmen Liseleri, Eğitimciler Birleşme ve Dayanışma Derneği”
11.11.2021 kuruldu.
Köy enstitüleri kapanmasaydı ne olurdu?
İnanın bugün Türkiye, çok farklı bir yerde olurdu.
Halkımızın bir an önce uyanması, canlanması ve devrimlere sahip çıkması kolaylaşırdı.
Haklarını arayabilen ve kültürlü bir toplum olurduk.
Hırsız düzenbaz, yalancı insanlar bir yerlere gelemezdi.
Üretim ve verim artar enflasyon diye bir derdimiz olmazdı.
Plansız nüfus artışı olmaz, plansız büyük kentlere göç devam etmezdi.
Büyük ve küçük sanayi işletmeleri ülkenin her tarafına yayılırdı.
Ormanlarımız, toprağımız ve çevremiz korunurdu.
Rant uğruna toprağımız satılmazdı.
Kısaca çağdaş, demokrat ve uygar bir halk olarak kalkınmış ülkeler statüsünde olurduk.
Ülke yöneticileri, yıllarca toprak ağalarının ve burjuvazinin dediğini yaptılar.
İşte şimdi ne hale geldiğimiz görülmektedir.
Demek ki 80 yıldır eğitimde 22 Amerikan projesi uygulandı.
Sonuç ortada, yokluklar ülkesi olduk.
Tarım ülkesi olan, ülkemiz halkı ne yazık bir avuç ‘kavurgaya’ muhtaç edildi.
Köy Enstitüleri’nin Kapatılmasının Bugüne Yansıması Nedir?
O dönemde ülkemizin karşı karşıya olduğu zorlu koşullar ve dış dinamiklerin ülkemiz
üzerinde kurdukları psikolojik etkinin sonucu olarak Köy Enstitüleri, soğuk savaşa
kurban edilip kısa sürede kapatılarak tarihin raflarına kaldırıldı.
Bunu takip eden süreçte ülkenin aydınlık geleceğinin eğitim projesi önce yatılı öğretmen
okullarına, sonra yatılı okula, sonra da normal lise eğitimine zamana yayılarak bertaraf edildi.
Ülkenin dinamik gençlik sağ sol ayrımı yapmadan anarşinin içine sürüklendi ve
üç kez yapılan darbelerle gençlik pasif hale getirildi.
Ülkenin yönetiminde söz sahibi olması gereken entelektüel kesim devletten
yavaş yavaş dışlandı.
Bu dönemden sonra da ülkemiz eğitimi kalite yönünden gerilemiş, ülkemiz
sürekli borçlu bir duruma gelmiş, kırsaldan kentlere plansız göçler başlamış,
devasa kentler etrafında kontrol edilemez büyüklükte varoşlar ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak bugün yönetilemez ve kontrol edilemez bir duruma gelinmiştir.
Ülkenin yetişkin insan kaynaklarını yetiştiren üniversitelerinin özerkliği çok bulunarak
kısılmış, neredeyse ileri lise düzeyinde eğitim veren kurumlar durumuna sürüklenerek,
bugün hepimizin bildiği tablo ile karşı karşıya gelinmiştir.
Sorumlu yok.
Hesap verecek de yok.
Bir kez daha vurgulamak gerekirse, bazı detaylarda yapılacak eleştiriler, böyle büyük
bir projenin değerini düşürmediği gibi, o günden bugüne, bir daha aynı büyüklükte
bir “düşünce” ve “planlamaya” rastlayadığımızı, üzülerek ifade etmek durumundayım.
Ancak olumlu tarafından bakarsak, o günün zor koşullarında bunlar başarılabildiğine
göre, bugün çok daha fazlasını neden başaramayalım, diye kendi kendime soruyorum.
Tekrar köy enstitüleri kurulabilir mi?
Evet, tekrar ‘yaparak yaşayarak, iş içinde eğitime’ geçilebilir, adı belki
Köy Enstitüsü olmaz.
Kent Enstitüsü, Şehir Enstitüsü, Bilim Enstitüsü olabilir.
Ama sistem kökten bir defa değişmeli yani amaçları değişmeli.
Öncelik biz hangi insanı nasıl yetiştireceğiz?
Öbür dünya için mi?
Yoksa bu dünya için mi?
İkisi birden olmuyor.
Sonuç alınamıyor daha geriye gidiyoruz.
Bu dünya için eğitimde, önce insan aklına, yeteneğine, bilimsel verilere dayalı
laik demokrat ve üretici bir eğitimde kesin kes birleşmeliyiz.
Her çocuk yeteneği doğrultusunda, sonuna kadar okumalı.
Yapıcı ve yaratıcı güçleri gelişmelidir.
Bunun için önce insan yetiştirmeye öncelik verilmeli.
Bu iktidarla çok zor…
Bu zihniyet değişmelidir.
Köy enstitülerin kapatan zihniyet ile şimdiki zihniyet aynıdır.
Kısa ömürlü eğitim sistemi yerine kararlı ve bu dünya eğitim ana hedef olmalı.
Ne demek bu dünya için eğitim?
Önce insan aklına yeteneğine bilimsel verilere dayalı laik demokrat ve
üretici bir eğitim olmalı.
Önce öğretmenler yetişmeli.
Köy Enstitülerinin programına bilişsel düşünce ve teknolojiyi entegre ederek,
bilişim çağına uygun ders programlarıyla gençlerimiz yetiştirilebilir.’
Temrin’ eğitimin yerine ‘iş yaparak üreterek’ eğitime geçilmelidir.
’Temrin’ eğitim, asla gerçek iş değildi.
Temrin eğitimde not almak için masanın modeli yapılır.
‘İş yaparak üretim’ eğitimde ise masanın kendi yapılır ve kullanılırdı.
Yapılan, ortaya çıkan üretim öğrencinin kendisi ve çevresi için yararlı
olmalı, değerlendirilmeli ve katma değer yaratmalıdır.
Zamanımızda üreten eğitimin ne kadar gerekli olduğu ortaya çıktı.
Açlık korkusuyla insanlar marketleri yağmaladılar.
Köy Enstitüleri eğitim modelini Atatürk modeli diye çok ülke tüketimden
üretime geçiş için Köy Enstitüleri örnek almaya başladılar.
UNESCO kalkınmada olan ülkelere Köy Enstitüleri modelini örnek göstermiştir.
Bizden aldıkları bu Köy Enstitülerini modelini örnek alarak kendi eğitim
sistemlerine entegre eden; Kanada, Avustralya, Almanya, Amerika, Finlandiya
gibi ülkeler eğitimde, sanatta, bilimde, teknolojide, sağlıkta dünya üzerinde
en ileri seviyede olan ülkeler oldular.
Ne yazık ki Dünya devletleri, üreten bu sisteme geçmeye hazırlanırken,
biz bu güzelim eğitim modelini bırakıp öbür dünya eğitimini öne çıkarıyoruz.
Yazık çok yazık…
Evet, Köy Enstitüleri yoksulluğa, gericiliğe karşı bir isyandı, başkaldırıydı.
Devrimleri ve Cumhuriyeti koruyan güvenlikti.
Yüzyıllar boyu karanlıkta bırakılmış, bilgisiz toplulukların oylarını alabilmek için
gericiliğe ve çağdışı düşünceye bütün bu ödünleri verenler bugün gelsinler
ülkenin geleceğini görsünler.
Yapılan darbelerle, önlerindeki taşlar temizlendikten sonra şeriatçılığın
hortlayışını ve köktendincilerin iktidara yürüyüşünü hazırladılar.
Basit çıkarları uğruna, rüzgâr ektiler, gün gelip fırtınaya dönüşeceğini
düşünemediler.
Yazık oldu bu ülkeye, yazık oldu bu ülkenin insanına…
Köy Enstitüsü mezunu Sağlık memuru olarak Kaman ve çevresinde zamanında
çoğu zaman –Doktor- olarak anılan ve sağlık sektöründe büyük katkıları olan sağlık
memurlarından aklımda kalanlardan bazıları, hatırlayamadıklarıma ve hepsine
Allahtan rahmet dilerim.
Ruhları şad mekanları cennet olsun..
Yakup Ahat, Kamil Barça, Abdülmuttalip Çağlar
-Derleme- araştırma-alıntı- Vesselam..
Hoşça kalın, dostça kalın, sağlıklı kalın…
Ramazan Yazar
Emekli Teknik Öğretmen
1ve 2 fotoğraflar, (Dr Erdal, rahmetli Prof Dr Erkan, öğretmeler Emire Yazar Ahat,
Esma Canpolat Ahat, Ecz Erdem ve jeol, Orhan Ahat ların
Babaları Sağlık Memuru rahmetli YAKUP AHAT..
3 ve 4 nolu fotoğraflar Bülent, Levent, EMEL Çağlar Şahin.
Hakan ve Akln Çağlar ın Babaları rahmetli Zenune Bacımızın eşi Sağlık Memuru rahmetli Abdülmuttalip Çağlar
(beyaz önlüklü ve keman çalan)

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.